Dolar 34,5424
Euro 36,0063
Altın 3.006,41
BİST 9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 10°C
Çok Bulutlu
İstanbul
10°C
Çok Bulutlu
Pts 11°C
Sal 11°C
Çar 13°C
Per 15°C

Kapitalist Düzenin Küresel Oyunları

24 Kasım 2024 18:43
74

Küresel aktörlerin güç gösterilerine sahne olan Ukrayna-Rusya savaşı ve İsrail Ortadoğu hakimiyet savaşları Suriye, Filistin, Lübnan, Irak ve İran vb. bölgelerine yayılmış görünmektedir. Savaşlar vekil güçler, vekil ülkeler üzerinden devam etse de, İsrail bu çatışmaları sesli veya sessiz ABD desteğiyle arz-ı mevdud sınırlarına evrilmesinde istekli görünmektedir.Orta doğuda İsrail’in Siyonist hareketlerinin tarihi başlangıcı 1897 Birinci Siyonist Kongresi ve 1917 Balfour Deklarasyonu olmak üzere, Filistin’deki bir Yahudi vatanına ilişkin iddiaların kamuoyuna duyurulması, bölgede erken gerilim yaratmıştı.

O zamanlar, Yahudi göçü önemli ölçüde artmasına rağmen, bölgedeki Yahudi nüfusu çok azdı. İngiliz hükûmetine, “Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulması” için bağlayıcı bir yükümlülük içeren Filistin Mandası’nın kurulması ardından gerilim, Yahudiler ve Araplar arasında çatışmaya dönüştü. Erken çatışmayı çözme girişimleri, 1947 Birleşmiş Milletler Filistin Bölme Planı ve daha geniş Arap-İsrail çatışmasının başlangıcı olan 1947-1949 Filistin savaşıyla sonuçlandı. İsrail-Filistin’nin süregelen savaş durumu, 1967 Altı gün savaşları’nda İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesiyle devam etti.

1948 – 1949 Bölge Filistin, Orta Doğu savaşı sonuç olarak İsrail’in zaferi olmuştu. İsrail topraklarını genişletti. Bu savaşa Mısır, Suriye, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan katıldı. Arap İttifakı’na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır.

Sonuçta Mısır’dan Sina yarım adası, Gazze, Ürdün’den Doğu Kudüs, Batı Şeria, Suriye’den Golan tepeleri İsrail’in eline geçti. Toplamda 264 bin İsrail askeri güçlerine karşılık, 547 bin Arap güçleri, 300 İsrail savaş uçağına karşılık 957, 800 İsrail tankına karşılık 2504 Arap gücü tankı savaşa katılmıştı. Kayıplar İsrail’den 800 asker kaybına karşılık 21 bin Arap gücünden, İsrail’den 2563 yaralı askere karşılık, Arap gücünden 45 bin, İsrail’den 46 uçak kaybına karşın, Arap gücünden 400’den fazla kayıp kaydedilmiştir. Altı gün savaşlarında İsrail güçlerinden kat, kat üstün olan Arap güçlerine rağmen İsrail’in galip gelmesi düşündürücü değil mi? İslam Ülkeleri neden bir arada olamıyor düşüncesini yansıtanlara örnek olsun bu geçmişte yaşananlar.

Günümüzde Ortadoğu da yaşanan siyasi, askeri ve ekonomik gelişmeler diğer bölge ve kıtalara da sıçramış görünmektedir. ABD destekli Arap baharı olarak da adlandırılan değişim Suriye’deki iç savaştan sonra Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin savaşları ile artan mülteci ve göçmen akınının, enflasyon ve işsizlik gibi yol açtığı ekonomik sorunlar Avrupa Parlamentosu sonuçlarına da yansıyarak bazı ülkelerde aşırı sağ partilerin aldığı oyların artmasına sebep oldu. Fransa, Almanya ve İtalya başta olmak üzere seçim zaferi elde eden partilerin sözcüleri “göçmenleri geri göndermeyi” ilk hedef olarak ortaya koydu.

Bu gelişmelerin Türkiye’yi etkilememesi söz konusu olamaz. Bu durumda geçici sığınmacı ve göçmenlerin büyük kısmını AB ile imzalanan, “Geri Kabul Anlaşması” ile barındıran Türkiye’nin değişen koşullar altında politikasını gözden geçirmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Bilindiği gibi ‘Geri Kabul Anlaşması’nın bir maddesi de Türklere vize serbestisiydi. AB, anlaşmanın dışında şartlar öne sürerek vize serbestisini uygulamıyor. Vize serbestisi uygulamadığı gibi normal vize zorluğu da çıkararak bunun iç politikada bir baskı aracı haline dönüşmesine yol açıyor. Türk vatandaşlarının vize başvurularının yüzde 20’sini reddeden, sığınmacı ve göçmenler konusunda ikiyüzlü politika izleyen, verdiği sözleri tutmayan Avrupa Birliği’nde aşırı sağ politikalara karşı Türkiye’nin en doğru politikası Geri Kabul Anlaşması’ndan çekilmek ve Avrupa’ya vizesiz gitme hakkı olan sığınmacı ve göçmenleri engellememektir. Türkiye İsrail-Filistin meselesinden ziya de, geri kabulden çekilme konusunu AB’ne zorlayabilecek güçte olduğu göstermelidir.Aleksandar Vucic, Sırbıstan’ın 54 yaşındaki Cumhurbaşkanı. Dünyayı 3-4 ay içinde ciddi bir çatışmanın beklediğini, ülkedeki yağ, un ve şeker stoklarını kontrol ettiklerini ve insanlığın kısa bir süre içinde milyonlarca kişinin hayatını kaybedeceği gerçek bir felaketle yüzleşeceğini iddia ediyor! ‘Sırbistan Cumhurbaşkanına mı kalmış dünyayı kasıp kavuracak bir savaşın çıkacağını söylemek’ demeyin; Birinci Dünya Savaşı bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtını öldürmesiyle başladı. Sırbistan, Balkanlar’da Rusya’nın en yakın müttefiki. İlginçtir Vucic ile aynı günlerde Türk Dışişleri Bakanlığı da İsviçre’de gerçekleşen Ukrayna Barış Konferansı’nda “Coğrafi olarak bu savaş Ukrayna’nın da ötesine geçebilir” uyarısında bulunmuştu. Henüz öngörü düzeyinde görülse de yakın gelecekte insanlığı tehdit eden bir büyük tehlikenin sürdüğü dış işleri bakanlığı’nın Köprüden önceki son çıkışta olabiliriz. Cümlesinden çıkarımlar yapılabilir.

Umarız, “Tren istasyondan ayrıldı ve onu kimse durduramaz” diyen Sırp Cumhurbaşkanı yanılıyordur. Fakat şu gerçekle de artık yüzleşmeli ve Ülkemiz buna göre konumlandırmalıdır ki: Dünya kritik bir dönüm noktasındadır. Olağanüstü dönemlerde yaşanacak olağanüstü gelişmelerle her an karışılabilir, toplumsal hayata, gerginliğe ve hatta iç ve dış çatışmalara neden olabilir.

Diğer taraftan Almanya’da aşırı sağcı parti AFD’nin önde gelen isimlerinden Maximilian Krah, 29 Ekim için video mesaj yayınladı. Maximilian Krah, “Türkiye hızla değişen bir dünyada ulusal egemenliği korumanın ve siyasi hareket alanını genişletmenin mümkün olduğunu kanıtlamışlardır. Türkiye artık gelişmekte olan bir ülke değil. Günümüzde İtalya’nın ekonomik performansını geride bıraktı ve on yıl içinde ekonomik olarak Fransa’dan daha güçlü olacağını göstermiştir” ifadesiyle Türkiye’nin küresel yerini tanımlar gibiydi.Türkiye ifade edilen bu seviyede kalmak daha da ileri gitmek zorundadır. Türkiye güney doğusunda ve Suriye, Irak sınırlarındaki tehditten ve terörden kurtulmak zorundadır. Hukuk içinde kalarak ama siyasi, ama askeri çözüm bulmak durumundadır. İktidar ortağının muhalefette ki terörle görünen siyasi yapılanmasına ve tutuklu liderine yaptığı mecliste konuşma çağrısı tekrar bir çözüm süreci başlatabilecek mi? Zeytin dalı olabilecek mi? Terör örgütünün başının, silahlı terör güçlerinin, eğer bir çağrı yaparsa, böyle bir çağrıya nasıl tutum alacakları da bu aşamada görülmüş olacaktır. Terörün durdurulması konusunda inisiyatif alabilecek mi? Terör örgütü bu çağrıya uyacak mı? bir koşul ve garantör ülke istemeyen örgüt başı bu görüşünde ne kadar gerçekçi davranacak zaman içerisinde görülecektir. TUSAŞ saldırısı ABD ile İsrail’in bir mesajı mıydı? Yoksa sınır ötesi hareketlenmelerin terör örgütü PKK da bir kesiminin çözüm istemediğinin göstergesi miydi? Yoksa TUSAŞ saldırısı kötü bir zamanlama hatası mıydı? Bu sürecin Türk toplumunda ve ilgili, ilişkili ülkelerde karşılığı var mı? Tüm bu sorular cevap bulmayı beklerken, terör örgütünün siyasi ayağına uzatılan zeytin dalı tarihi bir fırsat olacak mı?değerlendirilmesinin zaman içerisinde sonuçları görülecektir.

Ancak İsrail’in hedefleri arasında Filistin’den, Lübnan’dan olduğu gibi Suriye den de arz-ı mevdud’a toprak katmak niyetinde olduğu kesin görünüyor. PKK terör güçlerini İsrail vatandaşı yapma hayali peşindedir. Ama Türkiye’yi hedefe koymaya cesareti yoktur.

Başarılıda olamaz. Çünkü Türkiye’nin farklı dinamikleri vardır, diğer ülkelere benzemez, İsrail işgal ettiği topraklardan da olabilir. İsrail Ortadoğu’nun haritasını ABD’nin desteği olmadan değiştiremeyeceğini, Türkiye’nin bunu yapabilecek tek ülke olduğunun da farkındadır. En kötü hali Misa-kı milli sınırlarıdır. Ancak Türkiye, şu anda berbat bir insan olmasının tüm suç ve sorumluluğunu yüz yıl önceki ebeveyn ilişkilerine bağlayıp asla kendi sorumluluğunu alamayan yetişkinler gibi… Kocaman bir ülke her şekilde geçmişe saplanıp kalmış, önüne bakamıyor. Bu uygulamalardan ve bu saplantıdan acilen vaz geçmelidir. En anlaşılır biçimde söylemek gerekirse, Türkiye’nin sınıf atlaması şarttır.

Eğitim, gelir dağılımı, terör gibi sorunların öncelikli çözülmesi bu etkenlerin başında gelmektedir. Küresel politikalar bazında ABD’de Trump’un seçim zaferiyle ilgili Türkiye için çok da iyimser düşünemiyoruz. Çünkü Türkiye için Trump’ın birinci döneminde ki tutumu görülmüştür.Türkiye’nin gücünün belirtilen sorunların kalıcı olarak halledilememesi ve bunun sonucu, zenginleşmenin nimetlerinin eşit dağıtılamıyor olmasına ve refahın paylaşımındaki adaletsizliğe bağlıdır ancak ABD’nin yeni Başkanı Donal Trump’ın yeni dönemi için gelecekteki dünya düzeninin şekillenmesinde kritik bir dönemeç olarak değerlendirilmelidir. Cumhuriyetçi partinin dış politika stratejisinde caydırıcılık, hibrit müdahale yöntemleri, teknolojik üstünlük ve ekonomik güce odaklanabileceği düşünülebilir.

Trump’ın ikinci başkanlık dönemi hem fırsatlar hem de riskler/zorluklar barındırdığı belirtilmektedir. Savunma sanayii ve F-35 programı konusundaki kısıtlamaların aşılması, Türkiye-ABD ilişkilerinde pozitif bir gündemin oluşturulması açısından kritik bir dönemeç olarakta görülebilir. Trump yönetiminin PYD/YPG’ye verilen desteği yeniden değerlendirme potansiyeli de iki ülke arasında terörle mücadele alanında iş birliği yapması için önemli bir zemin oluşturabilir.

Nobel ödüllü Türk bilim adamı Daron Acemoğlu ekonomik büyüme ve gelir artışı eşit dağılmıyor ve bu, artık demokrasilerin en büyük açmazı haline geldi. Ama diğer sistemler daha kötü, demokrasi bunu sağlayabilmek için en azından bir şans veriyor. Başka yönetim biçimlerinde bu şans da yok” diyerek bulabildiğimiz en iyi yöntemin hâlâ demokrasi olduğuna inancını belirtmektedir.Acemoğlu’na göre dünyayı tehdit eden en önemli tehlike ise aşırı derecede güçlü hale gelmiş “teknoloji şirketleri”

Apple, Meta, Alphabet, Microsoft ve hatta Nvidia gibi şirketlerin mali büyüklükleri ve ellerindeki data büyüklüğü nedeniyle artık insanlık için bir tehdit boyutuna ulaştıklarını, demokrasiyi tehdit eder hale geldiklerini ve özgür iradeyi ortadan kaldırabilecek güce ulaştıklarını düşünüyor.

Ülke meselelerinde ve milli menfaatlerde birlikte olunmalı, iç politikadaki kısır çekişmelere de mahalle kavgalarına da son verilmelidir. Ama siyaset kurumu normalleşmeyi en azından dış politikada sağlamak zorundadır. Ekonomik çatışmalardan yorulmuş dünyanın dört nala savaşa sürüklendiği bir dönemde, Türkiye’nin dış politikada sosyal medya polemikleriyle kaybedecek vakti de enerjisi de yoktur.

Türkiye’nin planları gerçekleşen savaştan uzak ülkeler arasında yer alması dileğiyle.

Sağlıkla kalın..

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.