Küresel Dengelerde Değişim
Türkiye’nin son dönemlerde ekonomik dengelerinin bozulmasına rağmen askeri teknoloji ve savunma sanayii alanında sağladığı gelişmeler dünya ülkelerinden bazılarında oldukça rahatsızlık yaratmıştır. Bu gelişmelerle ilgili olarak amaçlı yada amaçsız çeşitli spekülatif yorumlar da yapılmaktadır.
Bu çerçevede bu yorumlara bakıldığında; “Türkiye’nin gerçek hedefi Yunanistan değildir. Yunanistan’da yaygara çıkartıp dikkati gereksiz şekilde onların üstüne çekmeye çalışmak ve farklı planları uygulamaktır” yorumları yer alıyor. Bu düşüncenin altında da Türkiye aleyhine gizli bir hedef ve saptırma var. Bu gizli hedef Türkiye’nin Siyasi doktrin ya da politik yayılmasını engellemektir.
Türkiye’nin gözü doğuda mı? Milli silahlarını İslam ülkelerinin silahları yaparak, İslam NATO’su kurmayı mı planlıyor?, Pakistan ile nükleer silahlara kavuşmak, Suriye üzerinden hızlıca Kudüs’e girebilmek, YPG’yi bitirip Araplarla bağlantı kurmak, Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz çıkartıp ekonomik ve siyasi büyük güç olmak, Kıbrıs üzerinden Gazze’ye çıkmak, Amerika’yı Orta Doğu’dan kovmak istiyor. Suriye savaşı ABD’nin, İsrail’in hayatta kalma savaşıdır.
Amerika Suriye’yi kaybederse Orta Doğuda cihat başlar, Türkler ve Ruslar mücahitleri silahlandırır, Amerika Irak’ı da kaybeder Mısır’ı da kaybeder, her yer Türklerin kontrolüne girer. Bu fikirler küresel güçlere karşı Türkiye’yi hedef gösterme çabalarıdır.İsrail haber kaynakları, “Türk’leri ancak hava savaşında durdurabilirdik, ancak geç kalındı” ifadeleri ile duyurulmuştu. Hava savunma sistemleri kurulmuş veya sona gelinmek üzeredir. İlk temas YPG ile oluyor şu veya bu şekilde YPG’yi ABD/İsrail silahlandırdı, Suriye ve bölge ülkelerine karşı güçlenmesi bakımından. Ama o kadar silah, lojistik ve finansal desteğe rağmen bir varlık gösteremediler gösteremiyorlar da. Bu da Türkiye’nin çıkarına görünüyor. Türk SiHA’larıyla TSK’nın PKK’ya (PYD) yönelik her harekâtı ya da alan kontrolünde azımsanmayacak düzeyde asker kaybediyor veya etkisiz hale getiriliyorlar, ifadeleri kullanılıyor.
Son dönemde Türkiye’de iktidarı dışarıdan destekleyen parti liderinin çağrısının Suriye deki gelişmelerle eş zamanlı olduğu düşünülsün veya düşünülmesin PKK’nın İmralı’daki sözde liderine ve terör örgütüne yönelik silah bırakma ve dağılma çağrısına, 7 maddelik cevabında yolun sonuna gelindiği belirtilmiştir. Ancak bu yapılsa dahi PKK terör örgütünün bu çağrıya uyup uymayacağı belirsizliğini korumaktadır.
Zira kandil yönetiminin geçtiğimiz dönemde liderlerinin tutuklu olduğu ve serbest iradesi ile karar veremeyeceğini belirtmişti. Gelinen süreçte sırtını PKK/YPG’ye dayadığını belirtilen Türkiye’deki siyasi yapısının desteğinin, Suriye’de ki gelişmeler sonrası ortadan kalkacağı anlaşılıyor. Bu çözüm sürecinin çözüm yeri olarak da TBMM gösterilmiş olup, buna rağmen kandil silah bırakacak ve kendini lağvedecek mi? etmezse İmralı ve Türkiye’deki siyasi yapısı etkisiz duruma gelecektir. Suriye’nin geçiş yönetimi yetkilisi de PKK/YPG’nin Suriye de barınmasına izin verilmeyeceğini ve dağılması konusunda görüş belirtmişti.Ancak ABD’nin desteğine rağmen Türkiye deki siyasi gelişmeler kapsamında PKK, Türkiye’deki siyasi uzantısıyla bağlantısını kopararak Suriye geçiş hükümetiyle anlaşabilecek mi? Bu hem İmralı’daki liderleri hem de siyasi uzantıları ile bağlantılarını kopardığı anlamına gelecektir. Bu süreçte Türkiye için en azından bu durum belirgin hale gelmiş olacaktır. Sonucu izleyip göreceğiz.
Suriye’nin kuzey doğusu, Türkiye’nin güneyinde ki bu PKK/YPG terörünün son bulması Türkiye’yi rahatlatacak barış sağlanacak ve teröre ayrılan bütçe diğer alanlarda kullanıldığı takdirde daha büyüyerek bölgenin lideri konumuna getirecektir. Türkiye’de son dönemde izlenen politikalara ve beyanatlara bakıldığında bunda kararlılığını göstermektedir.
ABD’li diplomat John Bass Ankara’da bulunduğu temaslar sonrası beyanatında, “Biz, Suriye’de bulunan herhangi bir yabancı teröristin ülkeyi terk etmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu kişilerin çoğunun, kendi hükümetleriyle birlikte yürütülen bir sürecin sonunda vatandaşlıklarına veya geldikleri ülkelere geri dönmeleri ve eylemlerinden dolayı adaletle yüzleşmeleri gerektiğini düşünüyoruz.” diye konuşmuştur.
Ancak bu açıklama Trump yönetiminin görüşü mü yoksa Pentagon’un görüşü müdür? Bu gelecek süreçte görülecektir. Buradan anlaşılıyor ki ABD son anda vazgeçmez ya da alternatif planlar ortaya atmaz ise PKK/PYD’ye destek ortadan kalkacaktır. Türkiye terörün sonlandırılması ve PKK/PYD için o bölgeye operasyonlardan çekinmeyeceğini ısrarla belirtmektedir.
Bu arada sürece dair Türkiye’yi saf dışına çıkarma çabaları da vardır. Daha Türkiye TBMM’de bu işe evet dememişken bu tiyatrocu şahıslar, Türkler ve Kürtler bu meseleyi çözemezlerse dünyanın 72 devleti ve milleti gelip çözecek diyenler de var.
Tabii ki 72 devletin/milletin, özellikle ABD ve Fransa’nın bu işe müdahil olması düşüncesi var. Tam 100 yıldır Türkçü Kemalizm ile Kürtlerin hangi haklarını verdiler? görüşlerini ortaya atıyorlar.
Bu sürece 72 devlet ve ABD karışmasın istiyorsanız;
– Kürtçe resmi dil olsun.
– Kürtçe eğitim dili olsun.
– Kürtlerin millet olarak anayasal varlığı kabul edilsin.
– Kürtler Türkiye Kürdistan Bölgesi’nde Ankara’nın karışmadığı yerel yönetimlere sahip olsun, görüşlerini beyan ediyorlar.
Peki, Türkiye’deki Kürtlerin böyle bir talep ve beklentileri var mıdır? Varsa bu nüfusun ne kadarıdır? Bu istekler Kürt halkının istekleri midir? Bunlar PKK’nın veya siyasi uzantılarının ve süreçten rahatsız olan çevrelerin talepleridir. Bunlar siyasi çözümler değildir, çözümsüzlüğe gider. Belki de amaçlanan budur. Bunlar Kürtlerin sırtından elit bir sınıf yaratma çabalarıdır. Eğer süreç buna doğru giderse Türkiye’nin de Suriye’den Irak’tan toprak talep etme hakkı doğar.
Bu fesat çevreleri ve bu 72 devlet/ millet bunu bu sürecin neresine koyacaklar. Sürecin amacını aşmamak ve Türkiye’nin bu süreçteki çerçevesini iyi bilmek gerekiyor.
Yine Golan’da mevzi genişletme çabalarında olan ve Filistin’le ateşkesi kabul etmek zorunda kalan İsrail ve İsrail’e yakın haber ve yorum kaynaklarında ki değerlendirmelere dönersek;
Geriye bir tek Akdeniz sahillerindeki birleşik Avrupa donanması kalıyor. “Türkiye’nin o donanmaya karşı da hazırlığı vardır.” Onlar da tehlikeli eşiğe gelmek üzereler, karşı tarafta bunun farkındadır.
Bu birleşik donanma, Türkiye’nin bu hızla silahlanması veya askeri, teknolojik ve lojistik alanındaki gelişmeleri karşısında çok yakında yenilebilecek kritik eşiğe gelmiş olacağı bazı çevreler ve stratejik yorumcular tarafından da değerlendirilmektedir. Bu birleşik donanma da beklentilerini karşılayamayacak ve İstendiği gibi varlık gösteremeyecekleri belli oldu. Kıbrıs’a deniz üssü ve anti gemi füzeleri yerleştirilmesi bu işte Türkiye’yi bir adım öne geçirmiştir. Stratejik haber ve yorumlarda; “Akdeniz sahilleri ve Kıbrıs’ta S-400 bataryaları kuruldu” ifadeleri yer aldı, Yunanistan’da önce S-300’lerle GKRY kesimine kurmak isteyip sonrada karşı çıkılınca Girit’e kurmadı mı?
Türkiye yakında birleşik donanmanın da karşısına eşit güçte donanmayla gelecektir. Türkiye bunları tek başına yapabiliyorsa, İslam NATO’su ile neler yapabileceğini dünya kamuoyu farkındadır. Tarihte de benzeri durumlar yaşanmıştır. Öyleyse Türk’ler doğru yoldadır demek mümkündür.
İsrail, zaman Türklere çalışıyor ve artık düşmanımız oldu gözüyle bakıyor, Filistin’de, Gazze’de yaptıklarına diğer ülkeler tarafından olağan görülüp ses çıkarılmıyor. İsrail ve aynı safta yer alanlar, ‘Türk’leri yenersek İslam’ı da yeneriz, Türk’leri yenemezsek İslam’ı kimse durduramaz ve İsrail namaz kılar. Filistinlilere itaat edersiniz, size hükmedilir. Tel Aviv ve Kudüs’te, her yerde ezan sesleri duyarsınız. Tek bir Musevi bile bu topraklarda bırakmazlar, kadınlarınız pazarlarda cariye olarak satılır, çocuklarınız elinizden alınır, Mücahit olarak yetişirler, tüm dünyada Musevilik yok olur’ yorumlarıyla Türkiye’ye karşı kışkırtmalar yapılıyor. Ancak bu politikalar Türkiye ve Türklere asla uygun değildir. Tarihin fetihler dönemi de dâhil hiç bir döneminde de böyle siyasetler uygulanmamış, halklar asimile edilmemiştir. Türkiye ne zaman insan haklarını, barışı veya Filistin, Suriye gibi askeri ya da siyasal işgal altındaki ülkeleri savunsa bu hep böyle yazıldı, söylendi. Çünkü Yahudilerin akıllarının gerisinde bu var ve o bir kısım Yahudi böyle düşünüyor ve bunu dile getirmekten çekinmiyorlar.
Şunu da belirtelim; Türkiye’nin ve Türklerin yükselişi tesadüf değil, Türkiye’nin ambargolar ile boğuştuğu dönemde farklı siyasi liderler, bu yükselişin fikir babalığını yapmıştır. Ancak gelişmesinin önlenmesi için küresel güçler tarafından çok hırpalanmış, çıkmaz yollara saptırılmıştır. Ancak bu dönem kapandı, ama bu yeni dönem kapanmayacak gibi görünüyor. Türkiye çok krizler yaşadı tecrübelerinden ders aldı ve “askeri, ekonomik, bilimsel ve teknolojik anlamda kendi kendine yetmeyi öğrendi.”
100 yıllık Cumhuriyet hayatında toplumsal ve küresel aktörlerin yanlış yönlendirmeleri ile siyasi iç kavgalar ve politik hatta ideolojik çatışmalar yaşamış olsa da bu doktrine sahip birçok siyasi liderleri olmuştur. Bir devlet, bir millet olmayı öğrenmiştir. Bu günden sonrasında da aynen böyle bir süreç öyle ya da böyle devam edecektir, etmelidir. ABD ve emperyalist güçlerin biz size daha ucuza veririz kandırmacalarına inanarak bilim ve teknolojiden geri kalmaz bilim ve teknoloji üretiminden vaz geçmez, geçmemelidir.
Bunların bugün ya da yarın olmasının hiç bir hükmü yoktur. Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi bu günde hedeflerinden hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini küresel güçler ve onların uzantıları ve silahşörleri, İsrail, İran ve PKK gibi güçlerin artık bunu fark ettikleri bilinmektedir. Geçmişte Fatih Sultan Mehmet’le bir devri kapatıp yeni bir devir açarak başlayan değişim zaman zaman sekteye uğramış olsa da devam etmiştir. O gün Türk’ler yenilirse İslam biter fantezisi ile taraf bulmuş, ancak başaramamışlardır. Bugün de Türk’ler biterse İslam biter algısıyla güç toplanmaya çalışıyorlar. Ancak bugün bu fantezi olmaktan çıkmıştır. Artık öyle de değildir, lokomotif olan ülkeler arkasına takılabilecek birçok Türk ve İslam ülkesi bulunmaktadır. Türklerin geçmişine bakıldığında, olaylar hiçte öyle olmamış, değişmemiş, doktrinler sahiplenilmiş ve adım adım doktrin hedefleri doğrultusunda ilerlemeye devam edilmiştir.
Türkiye’deki muhalefet de iç çekişmelerine rekabetlerine rağmen aynı yolda devam edecektir. Çünkü bu doktrin Türkiye’nin bir projesi ve yürünmesi gereken yol, politika veya siyasi amaç olmuştur. Bu politikalara devam etmeyen veya benimseyip bu yolda politika üretmedikçe halk bu tür siyasi oluşumları başa getirmemeyi bir yol, yöntem olarak benimsemiş görünmektedir. Buradan anlaşılacağı gibi zaman Türkiye karşıtlarının düşmanı olmaya devam ediyor. Bir takım çevrelerin, ülkelerin işleri hiçte planlandıkları gibi gitmiyor, sanki bizim planlarımız üzerinde Allah’ın bir başka planı var, Jerusalem post gazetesi de bir yazısında durumu böyle özetlemiştir. İsrail Jerusalem post gazetesinden sonra dünya basınında da bu konular geniş yer almıştır.Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, 22 Aralık’ta geleneksel pazar duası için kamera karşısına geçerek, “Büyük bir acıyla Gazze’yi düşünüyorum; o kadar çok zulüm, makineli silahlarla vurulan çocuklar, bombalanan okullar ve hastaneler… Ne kadar büyük bir zalimlik.” ifadelerini kullanmıştı.
Katoliklerin ruhani lideri, 21 Aralık’ta da benzer şekilde İsrail’in Gazze’ye hava saldırılarını eleştirerek, “Dün Patrik’in (Kardinal Pierbattista Pizzaballa) Gazze’ye girmesine izin vermiş olmalarına rağmen bu gün müsaade etmediler ve dün çocuklar bombalandı. Bu, savaş değil zulümdür. Bunu söylemek istiyorum çünkü yüreklere dokunuyor.” diye konuşmuştu.
Ama Hamasın kabul ettiği ateşkese rağmen Gazze’de, Ortadoğu’da, Ukrayna’da vb. bölgelerde savaş devam ediyor. Acaba insanoğlu dini ekonomik çıkarları için mi? kullanıyor, şeklinde düşünmek zorunda kalıyor.
Trump’la birlikte belli ki dünya dengelerinde değişiklikler olacağa benziyor. Tabi ki ilk dönemdeki yanlışlarından hatalarından vaz geçer, ders alırsa. İnsan olarak bunu umut etmeyi doğal bir hak olarak görebiliriz. Dünya üzerinde kurulmaya çalışılan dengeler Trump politikalarına yönelik Pentagon’un ve ABD temsilciler meclisinin kararlarında Trump’a rağmen değişiklikler olacak mı? Yoksa politikaları boşlukta mı kalacak, Trump başka, Pentagon başka mütalaa mı üretecek bu zamanla görülecektir.
ABD kendi koyduğu demokrasi, özgürlük, insan hakları ilkelerine ters düşmektedir ve bu şekildeki politikalarını sürdürdüğü sürece de başarısız olacaktır. Dünya Ülkeleri tarafından nefretle karşılanacak ve yalnızlaşacaktır. Öyle ki Kürt halkının özgürlüğünü savunduğunu belirten PKK/PYD’ye Suriye deki yeni yapılanmaya rağmen, ABD destek vermeye, Suriye’yi bölmeye devam ettiği sürece kaybetmeye mahkûmdur. Bu durum Afganistan’da, Irak’ta vb. ülkelerde olduğu gibi tamamen çekilip gitmek zorunda kalacak, terör örgütleri aracılığı ile elde ettiği vekâlet gücüde yok olacak anlamına gelmektedir.Trump’a göre Kiev’i desteklemek çok maliyetlidir. ABD’nin Suriye’de ki varlığı da anlamsızdır. Kanada, Panama ve Grönland çıkışları, güçlü bir sembolizm barındırıyor. Buna, Monroe Doktrini’ne dönüş de denilebilir. Ancak bunun diğer coğrafyaları zorla ilhaktan hiç bir farkı yoktur. ABD gücüne güvenerek dünyada çıkarlarına uygun coğrafyaları istila etmesi, toprak genişletmesi emperyalist harekettir. Bu durum uluslararası hukuka ve BM kararlarına aykırıdır. Barış ve demokrasi bunun neresindedir? Almanya’nın başkenti Berlin’de Yahudilerin Hanuka bayramı, siyonizmin sembolü olan 7 kollu şamdan dikilerek kutlandı. Oysaki ikinci dünya savaşında Hitler Almanya’sında fırınlarda yakılarak katledilen, sürgüne gönderilen Yahudiler değil miydi? Acaba Tel Aviv’de 7 kollu şamdan dikildi mi? dikiliyor mu?
Hristiyan Almanya’da Yahudi şamdanını toplumsal ilişkilerin neresinde görmek gerekiyor? İslam ülkelerine ve İslam toplumuna gelince bu insani kurallar neden değişiyor. İslam’a ve Müslümanlara bu hoşgörü veya tolerans neden tanınmıyor. Teknolojide veya ürünlerde bu standardı koyabilen, oluşturabilen insan toplulukları, mal ve hizmetlerdeki bu standardı, insanlar arası, toplumlar arası veya ülkeler arasındaki ilişkilerde neden oluşturamıyorlar.
Bu insanlık dışı katliamlar gerilim/anlaşmazlık ve savaş ortamı ülkelerin politikalarından veya siyasetçilerin toplumları gerilim ortamına sürüklemelerinden mi kaynaklanıyor? Bu gerilimlerden mi siyasi veya ekonomik çıkar veya güç sağlıyorlar? öyle olsa bile insan hukukuna aykırı değil midir? İnsanlık, BM’ler ve diğer dünya sivil toplum örgütleri, kurum ve kuruluşları bunu düzeltebilecek mi? Ülkeler ve toplumlar arası üstünlük ve sınıf egolarını dengeleyebilecekler mi? İnsan haklarına topyekûn sahip çıkabilecekler mi?
Dünya insanları, bilim insanları ve toplum bilimcileri, liderler ve politikaları sayesinde dünya ülkeleri arasındaki bu makasın kapanması beklenmektedir. Bu yolda küresel ülkeler ve liderleri tarafından çeşitli kalıcı barışçı politikalar üretilmeli ve uygulanmalıdır. Aksi halde dünya insanın bu kötü gidişe dur demeye gücü yetmeyecektir.
Dünya ülkelerinin huzura, barış ve demokrasiye sahip çıkması dileğiyle.
Sağlıkla kalın.