Dolar 34,4830
Euro 36,4966
Altın 2.945,68
BİST 9.031,82
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Parçalı Bulutlu
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cum 18°C
Cts 9°C
Paz 10°C
Pts 10°C

Değişim; Çöküş mü Diriliş mi? -2

22 Ekim 2024 15:25
152

Vatan sevgisinde sürdürülebilirlik;

Vatan savunmasındaki kişisel davranışın toplumsal davranışlara dönüşmesi ile bir bütündür. Günümüzde kişisel ve toplumsal davranışlara şöyle bir bakıldığında;İleri teknoloji toplumuna geçildikçe büyük maliyetlerle ulaşılan emtiaları koruyan küresel bir düşünce gelişiyor. Bireysel bir düşünce çerçevesinde, otomobiline hasar gelmesi ihtimali nedeniyle veya akışkan iş düzeninin sekteye uğraması korkusuyla kışın kar yağmasını istemiyor. Kar yağmasını maddi dünyasına tehdit olarak algılayan, ‘dindar birey’ de gerçekten deizme kaymış oluyor. Bu durumda her şey kişisel çıkar ve ölçütlere dayanıyor anlamını taşımaktadır.

İleri teknoloji toplumlarında dini değerlerde bazı aşınmalar oluşuyor. Örneğin kişi kurban kesmek istiyor ama kredi kartıyla taksitlendirmenin ‘kazancını’ bırakmak istemiyor. Oysa ki inancın gereğini yapmak için ödün vermek gerektiğini göz ardı edebiliyor. Gençler büyüklerinin bu, ‘tutarsızlıklarına’ tanık olabiliyor. Böylece gençler açısından ‘faydacı’ bir kültürel havza oluşuyor. Bu ve buna benzer kavram ve algılarda mesafe açılıyor. Asıl mesele gençler de görülmemelidir. Farkında olmadan yetişkinlerin kişisel ve siyasal hırsları sonucu deizme kayması, dindar bir hayat seçtiği için dünyevi kayıplarını rövanşist niyetlerle geri almaya çalışan yetişkinlerde ‘yerleşik’ duruma gelmesidir. Bu yetişkinlerin pratiklerine “dünyaya saldıran dindarlık” olarak da görülebilir. Gençler ‘örnek’ görmek istiyor. Yetişkinler bu ‘örnekliği” gösteremiyor. Yani bunlar ‘yaşam idolü’ veya ‘inanç/dini idol’ gibi adlandırılsa da adı çokta önemli değildir.

Konuya dini açıdan bakıldığında ise yetişkinler arasında İslami değerleri savunduğunu beyan edenlerin önemli bir kısmı inandığı dinin gereklerini yerine getirmiyor veya getiremiyor, kredi kullanıyor, Arabasının otopark problemi veya anlamsız, gereksiz nedenlerle komşularıyla veya içinde bulunduğu insanlarla ilişkileri bozuk veya iletişimi kopuk oluyor. Toplumsal ve kültürel gelişmenin dini değerlere zarar vermeden olması gerekmiyor mu? İletişimi kopuk olan bir toplumda kültürel gelişmeden söz edilebilir mi? Asıl konu gençlerin büyüklerinin fazlaca materyalist/kavgacı/değer yüksüz bu eylemleri nedeniyle şemsiyesi altına girebilecekleri ‘ilkelerle yaşama’ alanı göremiyor veya ümitlerini kaybediyorlar. Yetişkin inancını, “sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmama” ilkesine göre bile yaşamıyor. İnsanları istekleri veya talepleri doğrultusunda razı/ikna etmek ticari kabiliyete, pazarlama taktiğine dönüşmüş durumdadır. Bu artık bir ticari yetenek olarak algılanıyor. Yerleşme düzeni gençlerin bağlı olması gereken değerleri hatırlatan aktörlerden yalıtılmış durumdadır. Çünkü gençler doğdukları yerde yaşamıyorlar veya yaşayamıyorlar. Ahlak değerleri salt normatif/emperatif (koşulsuz emir) yüklenimler olmamalıdır. İyilik, yapıldıkça hayata açılan ve genişleyen bir ölçüttür. İnsanlar ‘iyilik’ görmüyor, o nedenle ‘iyilik’ yapamıyor. İlişkilerin hep çıkarlara dayalı sürdüğü fark edilince öylede devam ettiriliyor. İlişkiler karşılıklı çıkarların ahlaki ve dini ölçütleri gözardı edilerek kazan, kazan stratejisine dönüştürülmüş durumdadır.Geleneksel hayatta ahlâk değerlerinin yaşam alanı lokasyonları mahallelerdi. Ancak günümüzde ‘site/silo’ tipi yaşam alanları oluşturulduğundan, gençler kampüslerde, çok katlı binalarda yaşıyor. Yaşlılar huzur evlerinde, ekonomik durumu iyi olanlar ayrıcalıklı mahallerde yaşıyor. Bu ayrışma, değerlerin geriden gelenlere aktarılmasını engellediğini düşünmeyi gerektiriyor.

Kutsal kitabında “Anne babana öf bile deme” emrini okuyan ve annesini huzur evine terk eden bir yetişkin dindarlığı var. Bunlar dünyaya saldırmakla meşgul oluyor. Anne babaya öf bile denilmiyor zaten başkaları ve başka yerlerde bakılıyor veya baktırılıyor. Kendi ebeveynlerini dahi evine alamayan ona yakın olamayan yetişkinler ‘kariyerist özne’ egolarıyla belki de farkında olmadan deizmin kültürel temellerini inşa etmiş oluyorlar. Modern insan ileri teknoloji toplumunun fertleri “özne” olma peşinde yürüdükçe evlatlarını TV’ye, bakıcıya, okullara, etütlere terk etmenin kendilerine iyi geldiğini düşünüyorlar. Nede olsa evlatları iyi yetişiyor ama insani, bilimsel, dini, milli ve kültürel değerlerden uzak, bir Avrupa/yabancı kültürü Amerikalı, İngiliz, Fransız vs. gibi..

Kimse akrabasını mümkünse hafta içi görmek onlarla yardımlaşmak istemiyor. Hayatlarını günlük, haftalık veya aylık maratonlar halinde yaşamaya devam ediyorlar. İnsanlar apartmanlarda komşularıyla karşılaşmaktan kaçmasa da haz duymuyor. Anlaşılan o ki; deist olduğu düşünülen gençlerin ebeveynleri dindarlığı farkında olmadan deizm gibi yaşıyor. Yetişkinler milli, kültürel değerleri ve dini değerleri hayata ve kendinden sonrakilere aktarmak konusunda yenilmiş gibi görünüyor. Yenilmiş yetişkin neslin deizmine gençler veya yeni nesil ayna tutuyor. Gençlerin deizme kayması yalın bir sonuçta değildir. Onlar ebeveynlerinin inanç durumunun yansıtıcısı durumundadırlar. Türk toplumu kendiliğinden bu duruma gelmemiştir. Bazı iç ve dış etkenler teknolojik, ekonomik ve siyasal gelişmeler ve küresel güçler sayesinde karakteristik özelliklerinden uzaklaştırılmaktadır.Önce ki yazılarımızda da vurgulamaya çalıştığımız gibi Amerika ve ikinci dünya savaşında Almanya’dan göçe zorlanan Yahudi toplumu bilim adamlarının bilimsel görüş adı altında ve bireysel davranışlar ile toplum psikolojisi adı altında yaymaya çalıştıkları bireysel özgürlükler ve “ben” ideolojisi de toplumları küresel anlamda yönlendirmiştir. Bu hızlı değişim, dijital platformlarda ve buna paralel olarak sosyal medya alanlarında matrix ülkesi imparatorluğunun artık tüm dünya da politik bir güç haline gelmesine yardımcı olmaktadır. İstediği ülkede seçmen kitlelerini kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebiliyor. Bu güç sadece ABD’de değil artık küresel çapta kazanılmış politik bir güç haline gelmiştir. Öyle ki İsrail-Filistin, Ukrayna-Rusya, iran, Lübnan-İsrail ilişkileri ve ABD-Rusya, ABD-Çin vb. çatışmaları BM’lerin yapısı bu durumu gözler önüne sermektedir.

Facebook yatırımcılarından Roger McName, hem Facebook (Metaverse) hem de Google da kullandıkları ikna teknikleri ile genel halk sağlığına ve daha ötesi demokrasiye bir tehlike getiriyor. Ama daha da vahimi bu kuruluşlar amaçlı bir şekilde kaygı ve öfke uyandırarak bağımlılıklarını arttırıyor yorumunda bulunmuştur.Peki bunlar durdurulabilir mi? Kontrol altına alınabilir mi?

Böyle bir girişim tabi ki bazı çevrelerce özgürlüklerin kısıtlandığı, demokratik olmadığı, faşist bir baskıdan söz ederek karşı çıkacaklardır. Ancak bazı ülkelerde bu tür uygulamalar mevcuttur. Örneğin TikTok cephesi Çin’de uygulanmaktadır. TikTok Çin’de farklı bir ad altında “Douyin” olarak faaliyet gösterirken diğer ülkelere TikTok adı altında uygulanmaktadır. Benzer yaş gruplarına yönelik uygulamalarda Çin dışındakiler tamamen farklı bir içeriğe sahiptir. Ayrıca birinden diğerine geçiş yapılamıyor. Sebebi ise Çin’in geliştirdiği, “Altın Kalkan Projesi”dir. Çin Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yürütülen bir sansür gözetim projesidir. Çin Güvenlik Seddi (ÇGS) adıyla da anılıyor. Yabancı bilgi kaynaklarına erişimin sınırlandırılması, yabancı internet araçlarının (Google, Facebook, Twitter, Netflix, Disney Channel, Wikipedia vb.) ve mobil uygulamalar ile yabancı dijital medya şirketlerinin yerel yasalara uymasını sağlamaktadır. Çin kendi çocuklarını korumak için çok özel uygulamalar oluşturarak kültür, eğitim vb. ağırlıklı içerikler eklemektedir. Gençlikte umut vardır. O yüreklerden nice ulu dağlar gibi kalpler uyanacaktır.

Yazar Lütfi Bergen suflileşmenin getirdiklerini böyle ifade ediyor. İsabetli bir düşünce midir? izleyip görmek gerekecek. Modernizmin kıskacına düşmüş Müslümanların aciziyeti gibi görünüyor aslında deizm. Abdestli kapitalizmin meyvesi gibi görünüyor. Tabi bugünün gençliğini sorgularken yakın zaman ebeveynlerinin geçmişini de doğru hatırlamak gerekiyor.BB (baby boomer) kuşağı dediğimiz 1944-1960 doğumlu insanların;

– Delinen pantolonlarına yama yapmaları,

– Yıpranan giysilerini onarmaları,

– Sökülen ayakkabılarını dikmeleri,

– Patlayan futbol topunu sağlamlamaları,

– Bozulan radyoyu tamir etmeleri, sırf yoksulluktan değildi. Sadece tutumluluktan da değildi. Onlar bunları yapmakla, kendinden sonraki nesle çok önemli bir mesaj veriyorlardı. Onlara;

– Eşleriyle araları açıldığında, alternatiflere yönelmeden aralarını düzeltmelerinin mümkün olduğuna,

– Çocuklarıyla aralarına kara kediler girdiğinde bu durumun vakit geçirmeden telafi edilmesinin gerekliliğine,

– Arkadaşlarıyla, komşularıyla, dostlarıyla bağları koptuğunda; yenilerini aramakla vakit kaybetmeyip, aralarındaki bağları tekrardan düzeltmeleri gerektiğinin kaçınılmaz olduğuna…müthiş bir örnek olması için, onların böyle bir yetenek geliştirmeleri için onlara “prototip” olmaya da çalışıyorlardı.

Yani bir yandan yeni neslin;

– Onarıcı,

– Telafi edici,

– Tamir edici,

– “Arabulucu” özellik kazanmasına örnek ve öncü oluyorlardı.Onların bu çabalarının “çaresizlikten”, yokluktan, fakirlikten, cimrilikten ileri geldiğini düşünen 1965-2000 kuşağı olan “X” ve “Y” nesli, bu sinyali alamadı. “Z” jenerasyonu da bu atıcı, değiştirici, vazgeçmeye hazır, çabuk sıkılan neslin özeti olarak hayata girdiler.

Bu nedenle yeni kuşak nesil;

-Aşırı alıngan

-Aşırı özgürlükçü

– Kendinin ne kadar verdiğini değil de, ne kadar aldığını önemseyen

– Eşiyle bozuştuğunda,

– Arkadaşıyla atıştığında,

– Komşusuyla kavga ettiğinde, ortamı yumuşatmayı, aralarını düzeltmeyi, barışabilmeyi düşünemediğinden, beceremediğinden onları “değiştirmeyi” seçmek gibi stratejik bir hatanın içine düşebiliyor.

Söz gelimi;

– Bana arkadaş mı yok?

– Başka komşu mu yok sanki.

– Hiç dert değil, elimi sallasam ellisi.

– ‘Küserse küssün’ gibi, “sanal efelik” taslayarak hayat tarzını bozabilmektedir. Bu nedenle önceki kuşak onlar için “Nereden türedi bu nesil?” diyerek hayretini ifade etmek zorunda kalabiliyor. Yani onların beceriksizliğine vurgu yapıyor, ama yeniliğe adapte olamayan/olmak istemeyen o kuşağında kusursuz olduğunu göstermek doğru değildir.

“Tamirciliği” unutan yeni kuşağı gelecekte zor günler mi bekliyor, yoksa teknolojik gelişmelerle artık kafalara yerleşen sök-tak, kaldır at, yenisini al değişim teknolojisinin getirdiklerine yenik mi? düşecek veya yenilik olarak mı görülecek bu değişim, “Çöküş mü? Diriliş mi?” bunu zaman gösterecektir.

Mutlu, huzurlu inancı sağlam, insanca bir gelecek dileğiyle sağlıkla kalın.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.